Hatice Ebrar Akbulut: İnanılmaz saldırı altındayız

04:0018/05/2025, Pazar
G: 18/05/2025, Pazar
Ersin Çelik

Son zamanlarda insanın anlam arayışı ve mevcut sosyal medya düzeninden kaçışın yollarına dair denemeleri çok fazla görmeye başladım. Ya da dijital çağın sosyolojisi ilgi alanım olduğu için dikkatimi çekiyor olabilir. ‘Bir Başka Mesele’ programında içinde bulunduğumuz sanal düzeni anlamlandırmaya çalıştığımız konukların ortak görüşü de böyle. Çok değil 30 yıl öncesinde büyük bir özlem var. Bunun adı da sahicilik. Gerçeği arama ve hissetme hasreti de diyebiliriz. Yeni Şafak’ın Düşünce Günlüğü sayfasında

Son zamanlarda insanın anlam arayışı ve mevcut sosyal medya düzeninden kaçışın yollarına dair denemeleri çok fazla görmeye başladım. Ya da dijital çağın sosyolojisi ilgi alanım olduğu için dikkatimi çekiyor olabilir. ‘Bir Başka Mesele’ programında içinde bulunduğumuz sanal düzeni anlamlandırmaya çalıştığımız konukların ortak görüşü de böyle. Çok değil 30 yıl öncesinde büyük bir özlem var. Bunun adı da sahicilik. Gerçeği arama ve hissetme hasreti de diyebiliriz.

Bir Başka Mesele'de Ersin Çelik'in bu haftaki konuğu Hatice Ebrar Akbulut oldu.

Yeni Şafak’ın Düşünce Günlüğü sayfasında yayımlanan makaleleri hayli dikkatimi çeken Hatice Ebrar Akbulut’un da derdi çağın insanın savrulması ve arayışları. Derinlemesine okumalar yaparak, tespit, teşhis ve önerilerini uzun uzadıya aktarıyor. Ebrar Hanım’ın son yazısı “Gözetim ve Körleşme” üzerineydi ve şu tespiti çok sarsıcıydı: “İnsanı çürümüşlüğün içinde bırakan ekran, devasa bir ağın parçasıdır. Ekranda kaldıkça insan o ağın içinde yaşayan bir parazite dönüşür.”

Yazıyı okur okumaz kendisini aradım. Bir Başka Mesele’de konuşmamız gerekiyordu. Sağ olsun kabul etti ve Ankara’dan kalkıp geldi.


Sosyal medya bizlere neler yaptı? Dijital çağın insanları olarak, insana dair neleri kaybettik? Neleri kaçırıyoruz? Duygu olarak, düşünce olarak hatta fiziksel olarak nasıl bir şeye dönüşüyoruz?


Ben sordum, o anlattı.


Bu sohbetimizin tamamını saat 10’da Yeni Şafak’ın YouTube kanalından izleyebilirsiniz.


Söz şimdi Hatice Ebrar Akbulut’ta…


MEKANSIZLAŞTIK VE KİMLİKSİZLEŞTİK

Sosyal medya dediğimiz şey sadece orada etkileşim kurduğumuz, birbirimize beğeni attığımız ya da birbirimizi linç ettiğimiz bir mekanizma değil. İzlediğimiz, baktığımız her şey artık bir sosyal medya. Gündüz kuşağı programları da öyle. Önceden mahallenizde olan bir şeyin dedikodusunu yaparken ya da okulunuzda yaşanan, işyerinizde yaşanan bir şeyin dedikodusunu yaparken şimdi gündüz kuşağı programında hiç tanımadığınız bir insan sofranıza geliyor. Onun dedikodusunu yapıyorsunuz. Zihnen, manen, kalben inanılmaz bir saldırı altındayız ekranlar üzerinden ve her bir tarafa çekiştiriliyoruz. Bu çok ilginç ve bu bizi mekansızlaştırıyor, kimliksizleştiriyor. Evet, sel gibi gelen bir şey var. Ama biz onun önüne ne kadar set koyabiliyoruz? Ne kadar mücadele edebiliyoruz? İşte sıkıntılar orada başlıyor. Cevap üretemediğimizde, tıkandığımızda başlıyor. Ben bunu Teoman Duralı’da okuduğumda çok şaşırmıştım. Teoman Duralı, bu çağın insanı değil bu anlamda. Tabiatı tanımış bir insan. Sosyal medyaya, ‘Big Brother’a dikkat çektiğini gördüğümde çok şaşırmıştım. Şöyle söylüyordu Teoman Hoca; “Bir buzağının, bir ineğin, bir atın, bir tayın koşuşuna, yemek yiyişine; bir güneşin doğuşuna, batışına şahitlik etmemiş bir çocuğun dünyasını neyle süsleyebiliriz?” Bu çocuğa neyi anlatabiliriz? İstediğiniz kadar ona istediğiniz eğitimi verin, ama bu çocuk pratikte gerçek hayatta tabiatından koparılmışsa, en iyi ilmi dahi verseniz onu algılayamayacaktır.


ZİHİNLERİMİZ KİRLENDİ DOĞAL DÜŞÜNEMİYORUZ

Oswald Spengler diye bir yazar var. Onun kitabında şöyle bir ifade vardı: “Bu çağın insanı dijitale angaje olmuş.” Daha doğrusu, kapitalizmin çarkını çevirenlerden biri hâline gelmiş. Akan bir nehir gördüğünde onun içinden geçmek, yüzünü yıkamak, ayaklarını salındırmak gibi şeyleri düşünmez. O nehri nasıl ticari bir şeye çevireceğini düşünür. Oradan elde edeceği suyu nerelerde kullanacağını hesaplar. Ya da süt dolu bir inek gördüğünde, o ineğin sütünden nasıl fayda sağlayacağını, nasıl gelir elde edeceğini düşünür. Hatta içine su katarak, ürettiği yağın, yoğurdun ticari değerini nasıl artıracağını düşünür. Zihinlerimiz kirlendiği için, tabii olanı gördüğümüzde de tabii düşünemiyoruz artık. Onu kendi doğallığı içinde kavrayamıyoruz. Birbirimizi de kendi doğallığımızla kavrayamıyoruz. En ufak bir şeyde birbirimizi çok kolay iğneleyebiliyor, kesip atabiliyor, silebiliyoruz. Sosyal medya, maalesef ciddi anlamda bütün dengelerimizi bozdu. Bence en çok eleştirmemiz gereken şey, Müslüman düşünceye ve Müslüman muhakemeye sahip olan insanların da artık böyle olması. Bu, çok eleştirilebilir bir durum.

USTA-ÇIRAK İLİŞKİSİ KURULAMAZ

Sosyal medyada yalnızca bir taklit söz konusu; taklit ederek gerçek öğrenme oluşamaz. Usta-çırak ilişkisinden söz ederken, internet ortamında ya da dijitalde pandemi döneminde mecburen geçilen dijital derslerde olduğu gibi gerçek bir eğitim mümkün değildir. Gerçek bir usta-çırak ilişkisi kurulamaz. Çünkü orada insanlar sadece birbirini gözetliyor. Adeta bir BBG evi gibi... Yalnızca birbirinize bakıyorsunuz. Ama gerçek hayatta, yüz yüze olduğunuzda birbirinizin soluğunu duyuyorsunuz, sesini gerçekten işitiyorsunuz, suyun akışını hissediyorsunuz. Bu sizi daha profesyonel kılıyor, insanlara karşı daha anlayışlı hale getiriyor. Ama yalıtılmış bir dijital ortamda ne oluyor? En ufak bir sese bile tahammül edemiyorsunuz. Herkes sussun istiyorsunuz. Sadece sizin varlığınız olsun istiyorsunuz. Bu, çok ciddi bir kopuş. Bu nedenle dijitali gereğinden fazla büyütmemek, hayatı yalnızca buradaymış gibi görmemek gerekiyor. Mümkün olduğunca gerçek hayata, temas edilebilen yaşantılara yönelmek lazım.


BU BİR YALAN!

İnsanın eşyaya bakışı o kadar bozuldu ki... Evet, gidiyor tarım alanından, doğal yerlerden fotoğraflar, videolar çekip paylaşıyor: “Ben çok doğal yaşıyorum” vesaire videoları yayınlıyor. Ama aslında bu bir yalan. Böyle bir şey yok. Gerçekten doğal yaşayan insan, bunu da ticarete dökmez. Çünkü bu mekanizmalar izlendikçe size bir ödeme yapıyor. Bu nedenle bunun da bir doğallığı kalmıyor. Burada altını çizmemiz gereken; İbn Haldun insanın elle sanat yaptığını, bütün işlerini eliyle idare ettiğini söyler. Hep akıl diyoruz, kalp diyoruz, başka şeyler söylüyoruz ama elin bambaşkalığına dikkat çeker. İnsan eliyle ne zaman üretmeye başladı, o zaman insanlaşmaya başladı.

KÜRESEL MEDENİYET İNSANI HAYVANLAŞTIRIR

İnsanı bütün nebatattan, hayvanattan, bir cümle varlıktan ayıran akıl sahibi olması hasebiyle sorumluluk bilincine sahip olmasıdır. Yine Teoman Duralı bunu çok muhteşem anlatıyor: “İnsan ödev bilinciyle, vazife bilinciyle, sorumluluk bilinciyle var olur. İnsandan bunu çekip aldığınız an her şey biter.” İşte bugünü tarif ediyor. Biz bugün Filistin meselesinden dolayı ne diyoruz? “Batı şöyle, Batı böyle, ikiyüzlü. İşte çağdaş dedikleri medeniyet bu” vesaire diyoruz. Ama Teoman Duralı “Bunun bir adını koyalım” diyor. Yani çağdaş diyoruz, Avrupa diyoruz, Batı diyoruz, modern diyoruz, seküler diyoruz, neoliberal diyoruz, her şeyi söylüyoruz. Ama bunun bir adı olmalı, bu medeniyetin bir adı olmalı. Bu medeniyet: “Çağdaş Küresel İngiliz-Yahudi Medeniyeti”dir. Bu medeniyetin en büyük özelliği ne? İnsanı hayvanlaştırmasıdır. Yani insanı ödev ve sorumluluk bilincinden koparıp atması, çekip atmasıdır. Neden peki insanlar bu medeniyete bu kadar kolay kanıyor, bu kadar kendini kolay kaptırıyor? Çünkü ekseriyet, yani beşeriyetin çoğunluğu hayvansıdır, hayvani taraflarını geliştirir. Çok az insan Kur’an’da o azınlığı över mesela. Az insan bilinçlidir, kendini yetiştirir, geliştirir. Bu medeniyet bu hayvansı insanlara hitap ettiği için yakalıyor. Bizim bunun karşısına, ödev ve sorumluluk bilinciyle donanabilecek; bu dijital, küresel sistemin karşısına koyabileceğimiz bir medeniyet var mı?


MODERN SOYKIRIMLARIN SONU GELMEYECEK

O “Big Data” denilen büyük verileri biz veriyoruz. Ve İsrail bunu Filistin özelinde başlattı. Orada inanılmaz bir Panoptikon kurdu. Üstelik ‘Panoptikon’un her çeşidini: dijital, hapishane, sokak, ev… aklınıza gelebilecek her şeyi inşa etti. Biz “Panoptikon” dediğimizde zihnimizde çok şey canlanmıyor belki ama aslında Panoptikon, azınlığın çoğunluğu gözetlemesi demek. Bugün, kameralarla donatılmış bir ortamda yaşıyoruz ve farkında olmadan bir panoptikonun içerisindeyiz. Fakat burada önemli bir ayrıma dikkat çekmek gerekiyor: Teknoloji üreten var, teknoloji üreten var. Yani Einstein atom bombasının nasıl bir yıkıma neden olacağını bilseydi, muhtemelen üretmezdi. Zaten yaşarken bu konuda pişmanlık duyduğu da biliniyor. Modern soykırımlar hiçbir zaman son bulmayacak çünkü sürekli bir üretim hâlindeler. Hep bir üst sürümünü arıyor bu soykırımlar.

#insan
#hayat
#anlam
#Hatice Ebrar Akbulut
OSZAR »